USAK-Brookings - Misafirliğin Ötesine Geçerken: Türkiye’nin Suriyeli Mülteciler Sınavı

madde14 sitesinden
Şuraya atla: kullan, ara

USAK & Brookings Institute ortaklığıyla yayınlanan “Misafirliğin Ötesine Geçerken: Türkiye’nin Suriyeli Mülteciler Sınavı” başlıklı raporun Özet bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.


Raporun Türkçe tam metni için tıklayınız.


Özet

Türkiye hükümeti, Şam rejimi nezdinde, iki ülkenin istisnai biçimde yakın ve olumlu seyreden ilişkilerinden kaynaklanan kayda değer bir itibara sahipti. Mart 2011’de Türk tarafı, Beşar Esad’ı göstericilere karşı sert müdahaleden vazgeçmeye ikna etmek için ciddi çaba gösterdi. Beşar Esad ile kişisel bir yakınlığı bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Esad’ın bir reform paketi hazırlaması için ellerinden geleni yaptılar. Ancak, Esad’ın söz konusu çabaların aksine sivil halka daha fazla baskı ve şiddet uygulamayı seçmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler hızla bozuldu.2011 yılının sonuna gelindiğinde Türk hükümeti, ağırlığını tamamen Suriye muhalefetinden yana koydu ve sonrasında kurulan Suriye Ulusal Koalisyonu’nu Suriye halkının temsilcisi olarak kabul etti.

Hem Erdoğan hem de Davutoğlu, açık ve net bir şekilde Suriye için Esad’sız bir gelecek öngördüler. Uluslararası topluluğun büyük çoğunluğuyla paralel olarak Türkiye’nin beklentisi, Esad rejiminin fazla uzun ömürlü olmayacağı yönündeydi. Ancak, Ekim 2011’de Suriye’den gelen mültecilere açık kapı politikası uygulanacağını ilan eden, sonrasında bu durumu “geçici koruma” ile ilgili yasal bir çerçeveye oturtan Türkiye, bu beklentisiyle ters düşen bir noktaya geldi Haziran 2014 itibarıyla ülkenin Suriye sınırına yakın bölgelerinde kurulan 22 mülteci kampında 220 bin Suriyeli konaklıyor; buna ilaveten Türkiye’de kayıtlı 515.000 kadar da Suriyeli kent mültecisi bulunuyor. Hükümet ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), ülkedeki toplam Suriyeli mülteci sayısının aslında 900.000 civarında olduğunu tahmin ediyor. Genel olarak hükümetin, kamplardaki mültecilere koruma ve insani yardım sağlama noktasında övgüye değer bir iş çıkardığına dair bir fikir birliği var; ancak kamp dışındaki mültecilerin durumu hayli karmaşık.

Suriye’de devam eden çatışma ve mülteci rakamının sürekli artması, Türkiye için bir dizi zorluk yaratıyor. İlk olarak, mültecilerin ülkelerine yakın bir tarihte geri dönebilmelerinin imkânsız olduğu giderek belirginleşiyor. Bu durum, hükümetin önüne Suriyelilere Türkiye’de kalma ve topluma entegre olmalarını kolaylaştıracak imkânları verip vermeyeceğinden acil eğitim ihtiyacına, iş, sağlık, barınma ve diğer ihtiyaçlara kadar son derece zor bir dizi hassas ve karmaşık konuyu gündeme getiriyor. İkinci olarak, kampdışındaki mülteci nüfusu belirgin biçimde büyüyor ve yılsonunda rakamın 1,5 milyonu bulması bekleniyor. Hükümet çalışmalara devam etse de kayıt konusunda mevcut durum, özellikle de yardım ulaştırmanın son derece zor ve karmaşık hale geldiği kamp dışı mülteciler söz konusu olduğunda, tamamlanmaktan hayli uzak. Ev sahibi toplum içine dağılan mültecilere yönelik çalışma yürütmek, farklı kamusal aktör ve kurumların katılımını gerektiriyor ve hedef topluluğun kimler olduğunu belirlemek, ev sahibi topluma nasıl yardım edileceğini saptamak –özellikle de kapsamlı bir ihtiyaç analizi uygulamasının yokluğunda- daha da zorlaşıyor. Üçüncü olarak, sürekli büyüyen Suriyeli mülteci nüfusunun varlığı ev sahibi toplumu ekonomik, sosyal ve elbette siyasi bakımdan derinden etkiliyor.

Son olarak, en önemli noktalardan bir tanesi de Suriye’deki insani ve siyasi durumun kötüleşmeye devam ediyor olması. Peki, Türkiye bütün bu zorlukların üstesinden nasıl gelebilir?

Bu sorunun 5 aşamalı bir cevabı var: Öncelikle sadece “misafirperverlik” olarak tanımlanabilecek olan mevcut yaklaşımın ötesine geçmek gerektiği açık. Hükümet ve sivil toplumun, acil insani yardım ve geçici koruma odaklı politikalardan, mültecilerin Türkiye toplumuna muhtemel katılımı ve entegrasyonunu kolaylaştıracak uzun dönem odaklı politikalara yönelmesi gerekiyor. Maalesef, Afganlardan Filistinlilere, geçmişte Ortadoğu’da cereyan eden bütün çatışmalar ve bunlara eşlik eden yerinden edilme krizleri bize Suriye’de barış ve refaha doğru hızlı bir geri dönüş beklentisinin pek gerçekçi olmadığını gösteriyor. Eğer bu kriz, müdahil olan tüm taraflar için mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde olumlu bir sonuca evrilemeyecekse, bu çetin gerçeği göz önünde tutmak ve gerekli politika uyarlamalarını hayata geçirmek bir zorunluluktur. Dünyanın birçok yerindeki kamplarda ya da nesillerdir toplumların dışında kalan diğer mağdur mültecilere dair görmeye çok alışık olduğumuz sahnelerin tekrarı, ancak bundan sonra engellenebilir. İkincisi, Suriyeli mültecilerin kamplarda ve toplumun kıyısında-köşesinde sıkışıp marjinal bir hayat yürütmeye çalışmaları Türkiye’yi ekonomik, sosyal ve muhtemel siyasi sorunlara sürükleyecek nitelikte olabilir. Öte yandan mültecilerin topluma kazandırılması adına iyi bir sınav verilirse, bu aynı zamanda bir ekonomik büyüme ve gelişme kaynağı da olabilir. Suriyeli mülteciler, Türkiye’nin istikrar ve refahına katkıda bulunur ve hatta bu uygulama, dünyanın başka bölgelerinde benzer krizlerle nasıl başa çıkılacağına dair örnek bir model bile teşkil edebilir.

İkinci olarak, Türkiye’nin güçlü bir yasal zemine oturtulmuş, iyi düşünülmüş, tartışılmış ve yapılandırılmış kapsamlı bir politikaya da ihtiyacı var. Türkiye’nin açık kapı politikası takdire şayan olsa da, hukuki zemini zayıf kalmıştır. Mart 2012’de kabul edilen ve bugüne kadar gizli kalmış bir genelge, neredeyse 1 milyon insanın korunmasını öngören 2,5 milyar dolarlık bir politikaya temel oluşturmamalı. Anlaşılabilir birçok sebepten ötürü, hâlihazırdaki politikanın esasen rastgele evrildiği söylenebilir. Bu durum böyle devam etmemeli. 1989’da Türk hükümeti, Bulgaristan’dan gelen 300.000 Pomak ve Türk mülteci için kararlı ve hızlı önlemler almıştı. Güçlü bir kamuoyu desteğiyle, vatandaşlıktan sağlık hizmetlerine ve barınmaya kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan ve mültecilerin başarılı bir şekilde topluma entegre edilmesini amaçlayan hukuki düzenlemeler yapılmıştı. Burada kastedilen, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi değil, Türkiye’nin geçmişte,şimdikinden çok daha kısıtlı imkânlarla bile kapsamlı ve iyi yapılandırılmış bir politika geliştirebildiğinin altını çizmek. Ayrıca böyle bir politika geliştirirken, hükümetin politika yapımında yerel aktörlerle işbirliği yapması ve kamuoyunun desteğini alması da büyük önem arz ediyor. Politika yapımının bir sonraki adımı olan uygulama aşaması ise sabır ve çokça iyi niyet gerektiriyor.

Üçüncü olarak, Türkiye bu politika dönüşümünün maliyetini tek başına üstlenmeye kalkışmamalı. Mültecilerin korunma ve bakımı uluslararası bir sorumluluktur. Uluslararası toplum Türkiye’nin çabalarına gerçek anlamda ve etkin olarak destek vermek durumundadır. Suriye krizi ve yol açtığı sıkıntılar sebebiyle ortaya çıkan yerinden dilmelerinin arkasında uluslararası toplumun da sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. İnsani normların yardımı gerekli kılmasının yanı sıra, uluslararası toplumun Türkiye’nin mülteciler konusundaki çabalarına katkı sunması için geçerli birkaç sebep bulunmaktadır. Eğer Türkiye mülteci krizini yönetmede gerçekten başarılı olabilirse, bu aslında uluslararası toplumun da menfaatine olur. Hepsinden öte, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelere yasadışı yollarla girmeye çalışan çok daha az Suriyeli olur. Ayrıca, Türk toplumu uluslararası toplumun mülteci yükünü paylaştığını görürse, mülteciler konusunda daha hoşgörülü ve eli açık davranabilecektir. Fakat aynı zamanda Türkiye’nin, böyle bir durumda uluslararası topluma ve kurumlarına olan gerçek ya da kurgusal güvensizliğini bir kenara bırakması gerekecektir. Türkiye Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu üyesi, aynı zamanda da BM’nin pek çok kurumunda faaliyet gösteren ve BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine talip bir ülke. Böyle arzuları olan bir ülkenin uluslararası kamuoyuna, özellikle de BM’nin insani kuruluşlarına ve ortaklarına güvenmemesi, anlaşılması zor bir durum. Ayrıca şunu anlamakta ve kabul etmekte fayda var; uluslararası aktörlerin maddi yardımda bulunduklarında şeffaflık ve hesap verme beklentisinde olmaları doğal karşılanmalıdır. Eğer geniş tabanlı bir halk desteği devam ettirilecekse, bu şeffaflık ve mesuliyet yerel düzeyde de çok büyük önem arz edecektir.




Raporlar.jpg
Raporlar

Konuya Göre: Türkiye · Suriye · Yunanistan · Avrupa · Ortadoğu · Afrika · Asya · LGBTQ+ · İklim Mültecileri
Yıllara Göre: 1989 · 1999 · 2000 · 2001 · 2002 · 2003 · 2004· 2005 · 2006 · 2007 · 2008 · 2009 · 2010 · 2011 · 2012 · 2013 · 2014 · 2015 · 2016 · 2017 · 2018 · 2019 · 2020 · 2021 · 2022 · 2023