İnsan Hakları ve Mülteciler

madde14 sitesinden
Şuraya atla: kullan, ara


Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği
İnsan Hakları Bilgi Kitapçığı No. 20
İnsan Hakları ve Mülteciler[1]



Giriş

Dünyadaki Mültecilerin veülkesinde yerinden edilmiş kişilerin sorunu, bugün dünya kamuoyunun önündeki en karmaşık sorunlardan birisidir. Özellikle savunmasız bu insanları koruyup, onlara yardım etmenin daha etkili yolları araştırmaya devam edilirken, Birleşmiş Milletler bünyesinde çok sayıda müzakere yapılmaktadır.

Bazı kesimler, yardım kuruluşları arasında daha yakın işbirliği ve birlikte çalışma çağrısında bulunurken, diğerleri ise uluslararası mevzuattaki boşluklara ve bu alanda daha geniş çaplı standartlar oluşturma talebine dikkat çekmektedir. Bununla beraber, herkes, sorunun hem çok boyutlu hem de küresel olduğunu kabul etmektedir. Bu yüzden, herhangi bir yaklaşım ya da çözüm,, kitlesel büyük göçlerin nedenlerinden, acil durumlardan, yeniden yerleştirmelere, mültecilerin durumlarının genişliğini kapsayabilecek gerekli yanıtların açıklamalı ayrıntılarına kadar sorunun bütün boyutlarını içine almalı ve kapsamlı olmalıdır.

Bu tartışmada, bazı gerçekler gündem dışı kalmakta. Öncelikle, bazı kitlesel yerinden edilmeler önlenebilir nitelikte olmakla beraber, hiç kimse için arzulanır bir durum değildir. Hiç kimse mülteci olmayı ne ister ne de tercih eder. Mülteci olmak, bir “yabancı” olmaktan daha çok şey ifade etmektedir. Sürgünde yaşamak, yiyecek, giyinme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlar için dahi başkalarına bağımlı olmak anlamına gelmektedir.

Dünyadaki mültecilerin sayısı, coğrafi dağılımları ve hareketlerinin nedenlerine ilişkin bilgiler genel olarak mevcuttur. Kronolojik bir bakış açısından görülen bu bilgiler, mülteci sorununun geride kalan elli yıl içinde belirgin niceliksel ve niteliksel değişikler geçirdiğini gösteriyor.

Kuruluşundan itibaren, Birleşmiş Milletler, dünyanın her tarafındaki mültecileri korumak için çalışmalar yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) kurulduğu 1951 yılında, yaklaşık 1 milyon mültecinin, BMMYK'nın yetki alanına dahil olduğu tahmin edilmektedir. Bugün bu sayı,Birleşmiş Milletler Orta Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü (UNRWA) tarafından ilgilenilen 2.5 milyon mülteci ve ülkesinde yerinden edilmiş 25 milyondan fazla insana ek olarak, tahminen 17.5 milyon mülteciye ulaşmıştır.

1951 yılında mültecilerin çoğu Avrupalıydı. Bugün ise mültecilerin çoğunluğu Afrika ve Asya kökenlidir. Geçmişteki benzerlerinin aksine, günümüzdeki mülteci hareketleri bireysel kaçışlardan daha ziyade artarak kitlesel büyük göçler halini almakta. Günümüzde mültecilerin yüzde sekseni kadınlar ve çocuklardır.

Büyük nüfus hareketlerinin nedenleri de aynı zamanda değişime uğradı ve arttı. Şu anda doğal ya da ekolojik felaketleri ve ağır yoksulluğu da içermekte. Sonuç olarak, bugünki mültecilerin çoğu, Mültecilerin Statüsüne ilişkin Sözleşme'de bahsedilen tanıma uymamaktadır. Bu tanım, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti ya da siyasi görüşleri nedeniyle zulme uğrayan mağdurları içermektedir.

Birleşmiş Milletler sistemi, aynı zamanda son yıllardaki kitlesel ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin sayısındaki artışla da çok yakından ilgilenmektedir. Ülkesinde yerinden edilmiş kişiler, evlerinden kaçmak zorunda kalan ama kendi ülke toprakları içerisinde bulunan insanlardır[2]. Kendi ülke sınırları içerisinde kaldıkları için, bu kişiler mevcut mülteci koruma sisteminden ayrı tutulmaktadırlar. Kendi ülkesinde yerinden edilen nüfusun çoğu, gelişmekte olan ülkelerde bulunmakta ve büyük ölçüde kadınlar ve çocuklardan oluşmaktadır. Bazı ülkelerde, nüfusun % 10'undan fazlasını, kendi ülkesinde yerinden edilmiş kişiler oluşturmaktadır.

Mülteci konusu, uluslararası toplumun birbirine olan karşılıklı bağımlılığının klasik bir örneğini oluşturmaktadır. Bu, bir ülkenin sorunlarının aynı zamanda diğer ülkeler için nasıl sonuçlar doğurabildiğini açıkça göstermektedir. Söz konusu durum, aynı zamanda, sorunlar arasındaki birbirine bağımlılığın da bir örneğidir.

Mülteci sorunu ve insan hakları konusu arasında açık bir ilişki vardır. İnsan hakları ihlalleri, yalnızca kitlesel büyük göçlerin ana nedenleri arasında yerini almakla kalmayıp, aynı zamanda da bu ihlaller devam ettiği sürece gönüllü yeniden yerleştirme seçeneğinin de önünde bir engel haline gelmektedir. Azınlıklara yönelik hak ihlalleri ve etnik çatışmalar, büyük ölçüde, hem kitlesel büyük göçlerin hem de ülke içinde yerinden edilmelerin kaynağını oluşturmaktadır.

Mülteciler ve ülkesinde yerinden edilmiş insanların asgari hakları karşısında kalınan kayıtsızlık, iki sorun arasındaki ilişkinin başka bir boyutudur. Sığınacak yer arama süreci esnasında, artan bir insan kitlesini, güvenli bölgelere ulaşabilme haklarının ellerinden alındığı kısıtlayıcı önlemlerle karşı karşıya bırakılmaktadır. Bazı durumlarda, sığınmacı ve mülteciler alıkonulmakta ya da hayatlarının, özgürlüklerinin ve güvenliklerinin tehdit altında olduğu bölgelere zorla geri gönderilmektedirler. Bazıları silahlı gruplar tarafından saldırıya uğramakta ya da zorla silahlı gruplara dahil edilmekte ve sivil çatışmalarda taraf olarak savaşmaya zorlanmaktadırlar. Sığınmacı ve mülteciler, aynı zamanda, ırkçı saldırıların da mağdurlarıdır.

Mülteciler, sığınma süreçleri öncesinde, sırasında ve sonrasında saygı duyulması gereken haklara sahiptirler. İnsan haklarına duyulan saygı, günümüzdeki mülteci akınlarını hem önlemek hem de çözmek için gerekli bir koşuldur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri, Sadako Ogata’nın ifadesiyle, “mülteci sorunu, tüm devletlere ve insanlara, insan haklarına olan bağlılıklarını sınayacakları bir sınav olarak sunulmalıdır”.


Birleşmiş Milletler ve Mülteciler

Ulaşım ve iletişim alanındaki devrimsel teknolojik gelişmeler, 20.yüzyıl boyunca sınırların ötesine kitlesel insan, yük ve bilgi akışlarına yol açmıştır.

Bununla beraber, bütün insan hareketleri kişilerin kendi istemleri sonucu olmamıştır. Modern teknoloji, aynı zamanda kitlesel yıkımları yaratan silahların gelişimini de beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak, şiddet, insanları memleketlerinden isteksizce ayrılmak zorunda bırakan en büyük etken olmuştur. İki Dünya Savaşı ve 1945’ten bu yana yaşanan yaklaşık 130 silahlı çatışma, dünyada milyonlarca kişinin kitlesel büyük göçüne ve ülkesinde yerinden edilmesine neden olmuştur.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin taslağını hazırlayanların akıllarında, yaygın şiddetin ve kitlesel acıların anıları vardı ve imzacı tarafları, gelecek kuşakları bu acılarla tekrar yüz yüze bırakmamaya çağırdılar.…’. Onlar, Birleşmiş Milletler’den ekonomik, sosyal, kültürel ya da insancıl bir yolla, uluslararası sorunları çözmek için, uluslararası işbirliğini oluşturmaya yardım etmelerini ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı olmaksızın herkes için temel özgürlükler ve insan haklarına duyulan saygıyı destekleyip gelişimine yardımcı olmalarını talep ettiler.

Birleşmiş Milletler gündeminin ilk konularından birisi, savaş yüzünden yerinden edilen ve yardıma ihtiyacı olan mültecilerin, ülkesi sınırları içinde yerinden edilenlerin, vatansızların ve “geri dönen” insanların akıbetiydi. Sorun, açıkça hem uluslararası hem de insaniydi.


Uluslararası Mülteci Örgütü


1946 yılının ikinci yarısındaki ikinci oturumunda, Genel Kurul, Uluslararası Mülteci Örgütü’nü (IRO) kurdu. Örgüt, Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon Kuruluşu’nun (UNRRA) sorumluluklarını devraldı. Mültecileri kayıt altına almak, korumak, yeniden yerleştirmek ve geri dönüşler için geçici bir yetki verildi.

Mülteciler, çoğunlukla Doğu Avrupa olmak üzere, 30 ülkeden geliyordu. 1947 yılı Temmuz ayından 1952 yılı Ocak ayına kadar, Uluslararası Mülteci Örgütü 1 milyondan fazla mültecinin üçüncü ülkelere yeniden yerleştirilmesine yardımcı oldu; 73,000 mültecinin geri dönmesini sağladı ve kendi ülkelerinde yerinden edilmiş olan 410,000 mülteci için düzenlemeler yaptı.

Uluslararası Mülteci Örgütü’nün çalışmaları, savaş sonrası politik gerilimlerin sonucu olarak, hem tartışmalı hale geldi hem de ekonomik olarak yeterince desteklenmedi. 54 üye devletin sadece 18’i Örgüt’ün bütçesine katkıda bulundu. Ek olarak, mali çalışmaların bedeli hızlı bir şekilde artış gösterdi ve 1951 yılına gelindiğinde, 400 milyon Amerikan dolarına ulaştı.

Kısa bir süre sonra, mültecilere ilişkin sorumluluğun, Birleşmiş Milletler’in himayesi altında daha fazla uluslararası çaban ve destek gerektirdiği açık bir hale geldi. Sonuç olarak, yeni bir örgütün oluşturulması yönündeki tartışmalar, Uluslararası Mülteci Örgütü’nün görev süresi sona ermeden çok daha önce başladı.


Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)

Genel Kurul, 3 Aralık 1949 günü 319 A (IV) numaralı kararında, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisi’ni kurmaya karar verdi. Ofis, 1 Ocak 1951 tarihinde, ilk olarak üç yıllık bir süre için, Genel Kurul’un bir yan organı olarak kuruldu.

BMMYK’nın görevi, o zamandan beri rutin olarak başarılı geçen beş yıllık sürelerle uzatıldı ve mevcut dönem 31 Aralık 1993 tarihinde sona ermektedir. Şu anda, dünyanın dört bir yanındaki 17 milyondan fazla mülteciyle ilgileniyor. Ofis, İsviçre Cenevre’de bulunmakta ve 100’den fazla farklı ülkede temsilciliği mevcuttur. 1991 yılında yaklaşık olarak 2,300 kişiden oluşan bir personel kadrosu vardı. Bununla birlikte genel ve özel programlar adı altında 862.5 milyon Amerikan dolarına yakın genel harcama bütçesi vardı.

Kuruluş tüzüğünün 1. Maddesine göre, Yüksek Komiserliğin ana görevi, mültecilere uluslararası koruma sağlamak; hükumetlere yardım ederek mültecilerin gönüllü geri dönüşlerini kolaylaştırmak ya da onların toplumla bütünleşmelerini sağlayarak, mülteciler için sürekli çözümler aramaktır. Yüksek Komiserliğin işlevi, tamamen siyasi olmayan; insani ve sosyal olarak nitelendirilir.

Koruma işlevini yerine getirmek konusunda, Yüksek Komiserliğin görevleri, tüzük’te yer aldığı gibi şunları içermektedir:

  • Mültecilerin korunması için uluslararası anlaşmaların sonuçlarını ve onaylanmalarını desteklemek, başvurularını denetlemek ve iyileştirmeler yapmak;
  • Mültecilerin durumlarını iyileştirmek için önlemler almak ve önlem alınması gereken durumların sayısını azaltmak;
  • Gönüllü geri dönüşleri ya da yeni toplumlarla entegrasyonu destekleyen çabalara yardımcı olmak;
  • Mültecilerin, Devletlerce kabulünü desteklemek;
  • Mültecilerin varlığının aktarılmasını kolaylaştırmak. Hükumetlerden topraklarındaki mültecilerin sayısı, koşulları ve ilgili yasa ve düzenlemeleri içeren bilgileri elde etmek;
  • Hükumetler ve hükumetler arası örgütlerle yakın temas halinde olmak;
  • Mülteci sorunlarıyla ilgilenen özel kuruluşlarla iletişim haline geçmek;
  • Kişisel-küçük çaplı çabaların koordinasyonuna destek olmak;

Koruma görevleri, tüzük taslağının hazırlanılmasından bu yana geçen yıllar boyunca pek çok değişiklik geçirmiştir.


Uluslararası Mülteci Hukuku

Mültecilere yönelik işlemlerin temel standartları bazı araçlarla tanımlanmaktadır. En önemlileri, Mültecilerin Statülerine ilişkin 1951 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve Mültecilerin Statülerine ilişkin 1967 yılı Protokolüdür.


Mültecilerin Statülerine ilişkin 1951 yılı Birleşmiş Milletler Anlaşması

Yeni kurulan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından sunulan bir tavsiyenin sonucu olarak taslağı hazırlanan, 1951 Sözleşmesi, mültecilere uygulanacak usullerin standartlarını oluşturmada bir dönüm noktasıdır.

Sözleşme'nin 1. maddesinde mülteci kavramının genel bir tanımı yapılır. Mülteci kavramı 1 Ocak 1951 tarihinden önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından  haklı  sebeplerle  korktuğu için    vatandaşı  olduğu    ülkenin  dışında  bulunan  ve  bu  ülkenin korumasından  yararlanamayan ya  da  söz  konusu  korku  nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden  yaşadığı ikamet ülkesinin dışında  bulunan,  oraya  dönemeyen veya  söz  konusu  korku  nedeniyle  dönmek  istemeyen  her  şahsı ifade eder.

Sözleşme, sahip oldukları temel hakları içermek üzere, mültecilere uygulanacak usullerin asgari standartlarını ortaya koyar. Aynı zamanda, mültecilerin hukuki statülerini belirler ve kazanç getiren iş ve refah hakları, kimlik kartı ve seyahat belgeleri konusunda, vergi yükünün uygulanabilirliği ve yeniden yerleşme amacıyla kabul edildikleri başka bir ülkeye varlıklarını aktarabilme hakları meselesinde düzenlemeler yapar.

Sözleşme, mülteci statüsünde olan kişilerin sınır dışı edilmelerini ya da zorla geri gönderilmelerini yasaklar. 33. maddesinde, anlaşmaya taraf olan hiçbir devlet bir  mülteciyi,  ırkı,  dini,  tâbiiyeti,  belli  bir sosyal  gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermemeyi veya iade etmemeyi garanti eder. Madde 34, mültecileri  özümlemeyi  ve  vatandaşlığa almayı her türlü imkan ölçüsünde kolaylaştırmayı içerir. Diğer hükümler, mahkeme, eğitim, sosyal güvenlik, barındırma ve hareket özgürlüğü gibi haklarla ilgilidir.


Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü

1951 Sözleşmesi, yalnızca 1 Ocak 1951’den önce gerçekleşen olaylardan ötürü mülteci olan kişileri kapsar. Bununla beraber, 1951’i takip eden yıllar mülteci hareketlerinin, sadece İkinci Dünya Savaşı ve savaş sonrasının geçici sonuçları olmadığını göstermiştir.

1950'li yıllar sonlarında ve 1960’lar boyunca yeni mülteci grupları, özellikle Afrika’da, ortaya çıkmıştır. Bu mülteciler, 1951 yılı sözleşmesinin süre sınırlı çerçevesi içerisinde onlara sağlayamadığı korunma ihtiyacı içerisindeydiler.

1967 Protokolü, Sözleşmesinin uygulamasını yeni mülteciler, diğer bir ifadeyle, 1 Ocak 1951’den sonra gerçekleşen olaylardan ötürü mülteci olan insanları kapsayacak şekilde, Sözleşme tanımına uygun olarak uzatmıştır.

1 Nisan 1992’den itibaren 111 Devlet 1951 Sözleşmesi'ne ve 1967 Protokolü’ne taraf olmuştur.


Diğer Uluslararası Araçlar

Bir bölümü aşağıda sözü edilen diğer anlaşma ve beyannameler, mültecilerle ilgili olabilecek hükümleri içerir.

Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair 4. Cenevre Sözleşmesi: Amacı sivil mağdurları korumak olan, 1949 yılı Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair 4. Cenevre Sözleşmesinin 44. maddesi, mülteciler ve yerinden edilen kimselerle ilgilidir. 1977 yılı Ek Protokolü’nün 73.maddesi mültecilerin ve devletlerce tanınmayan kişilerin 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 1. ve 3. bölümleri altında korunması gerektiğini hükme bağlar.


Vatansız kişilerin statüsüne İlişkin 1954 Sözleşmesi: Kendi yasalarının işleyişi içerisinde, hiçbir devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişileri kapsamaktadır. Ayrıca, vatansız kişilere uygulanacak muamelenin standartlarını saptar.


Vatansızlığın Azaltılmasına İlişkin 1961 Sözleşmesi: Bu Sözleşmenin başlıca amacı, aksi halde vatansız kalacak olan ve ülke toprakları üzerinde doğum veya nesep yolu ile devletle bağları olan kişilere vatandaşlık verilmesini ve bir devletin vatandaşlığını istemeden kaybedip, vatansız kalacak kişilerin vatandaşlığının korunmasını sağlamaktır. Aynı zamanda, belirli şartlar göz önüne alınmak üzere, böyle bir mahrumiyet o kişinin vatandaşlığını yitirmesine neden olacağı için bir kişiyi vatandaşlıktan mahrum bırakmamanın garantisini verir. Sözleşme bir kişi ya da grubun, ırksal, etnik, dinsel ya da siyasi nedenlerden ötürü milliyetinden mahrum edilmemesini belirtir.

1967 Birleşmiş Milletler Devlete Sığınmaya İlişkin Beyanname: Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bu beyannamesi, devlete sığınmaya ilişkin bir dizi prensip ortaya koyar. Ülkesel sığınmanın barışçıl ve insani bir hareket olduğunu ve bu nedenle de, herhangi bir başka devlet tarafından hasmane bir davranış olarak algılanmaması gerektiğini belirtir. Temel insani prensipleri benimser ve her biri ayrı olmak üzere, herhangi bir ülkeyi terk etme ve bir ülkeye dönme ve iltica etme hakkını kapsayan, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin 13. ve 14. maddelerini anımsatır.


Bölgesel Araçlar

Afrika

1950 yılları sonlarında Afrika’da başlayan savaş ve iç çatışmalardan kaçan mülteci sayısının artması, mültecilere ilişkin en kapsamlı ve önemli bölgesel sözleşmenin kabul edilmesine yol açtı. Afrika Birliği Örgütü, 8 Ekim 1969 tarihinde, Afrika’daki Mültecilerin Özel Sorunlarını Ele Alan Afrika Birliği Sözleşmesi’ni onayladı. Bu Sözleşmenin öncelikli önemi, mülteci kavramının genişletilmiş tanımını yapmasıdır. Afrikalı Devletler, “zulme uğrama korkusunun”, Afrika’daki bütün mülteci durumlarını kapsayacak kadar geniş olmadığını düşündüler.

Afrika Birliği Sözleşmesi’nin ilk maddesinin ikinci paragrafın, “menşei ülkesinin veya tabiiyetinde bulunduğu ülkenin bir kısmında veya tamamında dış şiddet, işgal, yabancıların istilası veya kamu düzenini ciddi biçimde etkileyen olaylar sebebiyle” ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılan kişileri de bu kapsama alır.

Geniş mülteci tanımının yanı sıra, sığınmacı sorununu da düzenler (madde II). Aynı zamanda, gönüllü olarak kendi memleketine geri gönderme (madde V) ve mülteciler tarafından yıkıcı faaliyetlerin yasaklanması (madde III) konusunda önemli hükümler içerir.

Şubat 1922’den itibaren, Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi, 42 Devlet tarafından kabul edilmiştir.


Avrupa

Avrupa Konseyi, mültecileri içeren bazı düzenlemeler yapmıştır. En önemlilerinden bazıları şunlardır:

  • Mülteciler için Vizenin Kaldırılması hakkında Avrupa Anlaşması (1959)
  • Zulüm Görme Tehlikesi olan Kişilerle ilgili Sığınma’ya ilişkin Karar 14 (1967)
  • Mültecilere İlişkin Sorumlulukların Aktarımı Hakkında Avrupa Antlaşması (1980)
  • Sığınmayla ilgili Ulusal Prosedürlerin Ortaklaştırılmasına ilişkin Tavsiye (1981)
  • Cenevre Anlaşması’nda düzenlenen kriterlere uyan ancak resmi olarak mülteci olmayan kişilerin Kişilerin Korunması konusunda Tavsiye (1984)
  • Başvuran kişinin bir ya da daha fazla Birlik üyesi Devlet’ten iltica talep etmesi durumunda, iltica talebinin değerlendirilmesi için hangi üye Devlet’in sorumlu olduğunu belirleyen kriteri ortaya koyan Dublin Anlaşması (1990)

Geri gönderme ve sosyal güvenlik konularına ilişkin Avrupa Anlaşmaları, aynı zamanda, mültecilerle ilgili hükümler de içerir. Avrupa Birliği üye Devletler tarafından kabul edilen diğer araçlar aşağıda listelendirilmiştir.


Latin Amerika

Latin Amerika, uzun bir iltica geleneğine sahiptir. 1889 yılında imzalanan Uluslararası Ceza Hukuku ile ilgili Montevideo Anlaşması, sığınmayla ilgili ilk bölgesel araçtır. 1954 yılında Karakas Siyasi Sığınma Sözleşmesi ve sığınmaya ilişkin diğer araçlar Montevideo Anlaşmasını takip etmiştir.

1980’lerde, Orta Amerika’da, iç kargaşaların patlak vermesi bir milyon kişinin kitlesel göçüyle sonuçlandı ve bu durum kitlesel akışın yöneldiği ülkelerde ciddi sosyal ve ekonomik problemler yarattı.

1984 yılında, bu gerilimli ülkeler, yeniden yerleştirmenin prensipleri, mültecilerin entegrasyonunun önemi ve mülteci sorununun nedenlerini ortadan kaldıracak resmi girişimleri içeren Orta Amerika Mültecilerine ilişkin Usullerin yasal temellerini ortaya koyan Mültecilerle ilgili Cartagena Beyannamesini kabul etmiştir.

Beyanname’de belirtilen mülteci tanımı, Afrika Birliği Örgütü'nün yaptığına benzer bir tanımlama içerir. Buna göre mülteci “menşei ülkesinin veya tabiiyetinde bulunduğu ülkenin bir kısmında veya tamamında dış şiddet, işgal, yabancıların istilası veya kamu düzenini ciddi biçimde etkileyen olaylar sebebiyle” ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılan kişiler” olarak tanımlanır.

Cartagena Beyannamesi, Devletler üstünde kesin yaptırım gücüne sahip değildir. Bununla beraber, bazı Latin Amerika Devletleri tarafından uygulamaya konulmaktadır ve bazı durumlarda ulusal yasal düzenlemeler arasında yerini almıştır.


İnsan Hakları ve Mülteciler

Sığınmacılar ve mülteciler, uluslararası insan hakları araçlarında ifade edilen tüm hak ve temel özgürlüklere sahiptirler. Bu nedenle, mültecilerin korunması, daha kapsamlı bir insan hakları korunması bağlamında ele alınmalıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Devletler tarafından, insan hakları konularında ve mültecilerle ilgilenecek iki ayrı kuruluşun oluşturulması, bu sorunların birbirleriyle ilişkili olmadığı anlamına gelmemektedir.

İnsan hakları konusunda Birleşmiş Milletler’in ve Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin çalışmaları, her iki kuruluşun da insan onurunun korunması olan ortak bir amacı paylaşmaları konusunda ayırt edilemeyecek şekilde bağlantılıdır. Birleşmiş Milletler insan hakları programı, Devletler’in kendi sınırları içerisindeki bireylerin haklarıyla ilgilenir. Mülteci örgütü ise, ana vatanlarını terk ettikten sonra, kişilere, asgari haklarını yeniden sağlamak için kurulmuştur.

İnsan hakları ve mülteciler arasındaki bu önemli ilişki, bazı sorular ortaya çıkarmaktadır:

Öncelikle, mülteci kimdir ve uluslararası yasalar altında hakları nelerdir? 1951 Sözleşmesi ve 1967 Protokolü altında mülteci olarak tanımlanmayan sığınmacıların hakları nelerdir? Mülteciler, ekonomik göçmenlerden nasıl ayırt edilebilir? Uluslararası topluluk, ana vatanından koruma alamayan insanlara koruma sağlayabilir mi?

Ayrıca, insan hakları ihlalleri ve mülteci hareketleri arasındaki bağlantı tam olarak nedir? Kitlesel büyük göçlerin nedenleri arasında bu ihlaller ne derece sorumludur? Mültecilerin hakları, sığınılan ülkelerdeki sığınma prosedürleri ve usulleri tarafından hangi açılardan ihlal edilebilir?

Son olarak, kendi ülkesine geri gönderme ve insan hakları arasındaki ilişki nedir? Kendi ülkesinin, vatandaşlarının sivil, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarına saygı duyacaklarının garantisini vermek konusunda isteksiz ya da yeterli olmaması halinde, kendi ülkelerine geri göndermek, gerçekten mültecilerin kendi istekleriyle mümkün olabilir mi?


Mülteci Hakları

Mevcut uluslararası koruma kavramı adım adım genişleyerek bugün bir dizi kurumsal ve yasal karşılıkları içermektedir. Mültecileri korumak ve onların sorunlarına kalıcı çözümler çözüm aramak, Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin iki ana işlevidir.

Uluslararası korumanın temel olarak görevi, kişilere sığınma hakkı arama süresince yardımda bulunmayı, yasal danışma ve yardım sağlamayı, mültecilerin fiziksel güvenliği için düzenlemeler yapmayı, gönüllü olarak kendi ülkelerine geri dönmeyi teşvik etme ve desteklemeyi ve yeniden yerleştirme konusunda mültecilere yardımcı olmayı kapsar (BMMYK Tüzüğü'nün 8. maddesi).

Bu nedenle, uluslararası koruma işlevi yasal bir zemine sahiptir ve uygulaması Yüksek Komiserlik için zorunludur. Bu anlamda ayrı bir hak olarak tanımlanmasa da koruma hakkı, özellikle geri göndermeme ilkesi, 1951 yılı Sözleşmesi’nde ve sözleşmenin temel hükümlerinde kesin olarak belirtilmektedir.

Buna ek olarak, her yerde tanınmakta olan çok sayıdaki insan hakkı, doğrudan doğruya mültecilere uygulanabilir. Bunlar, yaşama hakkı, işkence ve kötü muameleden korunma, vatandaşlık hakkı, hareket özgürlüğü hakkı, ülkeyi terk etme ve ülkeye geri dönme hakkı ve zorla geri gönderilmeme hakkını içerir.

Bu haklar, vatandaş ve vatandaş olmayan herkesi kapsayacak şekilde, Uluslararası İnsan Hakları Yasası'nı oluşturanEvrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nde, Uluslararası Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi,Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmeleri'nde onaylanmıştır.

  • Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 9)
  • Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır. (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 14)
  • Herkesin bir ülkenin yurttaşı olmaya hakkı vardır. (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 15)
  • Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 13; Uluslararası Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi, madde 12)

Geri Göndermeme İlkesi

Mültecilerin önemli haklarının tümü, Uluslararası İnsan Hakları Yasası'nda belirli bir biçimde belirtilmez. Uluslararası korumanın temel bir unsuru, zorla geri göndermeme ya da birinin hayatı veya özgürlüğünü tehdit edecek bir durumda olacağı yere gönderilmemesi hakkıdır. Bu, 1951 Sözleşmesinin 33. maddesinde somutlaştırılan geri göndermeme ilkesidir.

Geri göndermeme ilkesi,İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Küçültücü Muamele ve Cezaya karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 3. maddesinde daha detaylı olarak açıklanmıştır. Buna göre “ hiçbir Taraf Devlet, bir şahsı, işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna dair esaslı sebeplerin bulunduğu kanaatini uyandıran başka devlete geri göndermeyecek, sınırdışı etmeyecek veya iade etmeyecektir”. Ek olarak, “bu gibi esaslı sebeplerin bulunup bulunmadığını tayin maksadıyla, yetkili merciler, sözkonusu devlette mümkün olduğu kadar sistemli biçimde yaygın, açık seçik ve kütlevi insan hakları ihlalleri bulunup bulunmadığı dahil tüm ilgili hususları göz önünde tutacaktır”. (paragraf 2)


Mülteci mi yoksa ekonomik göçmen mi?

Bazı ülkeler, sığınmacıların çoğunluğunun, aslında mülteci değil, ekonomik göçmen olduklarını ileri sürmektedir. Şu anda, sığınmacıların tahminen sadece yüzde 10'u ile 20'si, bu ülkelerde mülteci statüsünde kabul edilmektedir.

Günümüz mülteci hareketleri, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından gelen dönemdeki benzerlerinden farklıdır. Terk etme nedenleri, çoğunlukla sıklıkla karmaşıktır ve sadece o anki baskıların sonucu değildir. İnsanlar, iç çatışmalar, kitlesel insan hakları ihlalleri, dış saldırılar ve işsizlik, açlık, kıtlık, felaket ve ekolojik yıkımlardan ötürü kaçarlar. Çoğu, Birleşmiş Milletler tanımına uygun mülteci statüsünü kazanamamaktadır.

Mülteci statüsünü kazanabilmesi için kişi, “politik” mülteci olmak zorundadır. Mültecilerin Statülerine ilişkin 1951 Sözleşmesi, zulüm görme korkusuna vurgu yapar ama kavramı açık bir şekilde tanımlamaz. Sözleşmenin 33. maddesi, ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşünden ötürü bireyin yaşam ve özgürlüğüne ilişkin tehlikelere gönderme yapar. Bu tanım, savaş sonrası geçiş yıllarının koşullarında tasarlanmıştır ve günümüz mülteci koşullarının çoğuna yanıt vermemektedir.

Sonuç olarak, özellikle Afrika ve Latin Amerika'da olmak üzere, bazı ülkeler, mülteci kavramının tanımını genişletmiştir. Bununla beraber, pekçok diğer ülkede, sığınmacıların çoğunluğu, 1951 yılı tanımının yorumuyla geri çevrilmektedir.

İnsan hakları açısından, bu durum, büyük bir endişe uyandırmaktadır. Mülteci ve ekonomik göçmen arasındaki farkı kesinlikle ayırt etmek, her zaman mümkün olmayacaktır. Yaşam ve özgürlüklere yönelik tehditlere vurgu yapılması durumunda, açlık yüzünden ölüm kalım savaşı veren bir insanla, politik inançlarından ötürü, keyfi uygulamalarla tehdit altında bulunan bir insanı ayırt etmenin zor olduğu kabul edilebilir.

Bu değerlendirmeleri bir kenara bırakırsak, gerçek şudur ki; bir kişinin mülteci ya da ekonomik göçmen olup olmadığına, vatandaş olup olmadığına, işkence, silahlı çatışma, yaşamına yönelik tehditler veya büyük yoksulluktan ötürü kaçıp kaçmadığına bakılmaksızın, o kişi, asgari insan hakları ve asgari muamele standartlarından yararlanma hakkına sahiptir.


İnsan Hakları İhlalleri ve Mülteciler

Büyük Kitlesel Göçlerin Kaynağı Olarak İnsan Hakları İhlalleri

1980 yılından bu yana, hem Birleşmiş Milletler Genel Kurulu hem deİnsan Hakları Komisyonu, büyük kitlesel göçleri önleyebilmenin yollarına odaklandı. Komisyon, insan hakları ve büyük kitlesel göçler sorununu her yıl gündemine aldı ve bir takım kararlarla, insan hakları ihlalleri ve mülteci hareketleri arasındaki bağlantıyı vurguladı. Son yıllarda, Komisyon, ülkesinde yerinden edilen insanların kötü durumunu da değerlendirdi.

Çeşitli kararlar aracılığıyla, bu iki kuruluş, Genel Sekreter'den insan hakları ve büyük kitlesel göçler sorununu çalışmak üzere özel bir Raportör atamasını ve Yeni Mülteci Akımlarını Önlemek için Uluslararası İşbirliği konusunda Hükumet temsilcisi uzmanlardan kurulu 17 kişilik bir gruptan raporlar hazırlamasını talep etti.

Özel Raportör, çalışmasını 1982 yılında İnsan Hakları Komisyonu'nun 38. oturumunda sundu[3]. Rapora göre, büyük kitlesel göçler, insan yoksunluğuna ve sefalete neden olmakla kalmayıp, aynı zamanda da uluslararası toplum üzerine gittikçe artarak, ağırlaşan yüklere neden olmaktadır. Mülteci sorununun içeriğini değiştirmek ışığı altında, gönüllü olarak yeniden kendi memleketine geri dönme, bölgesel yerleştirme ve yeniden yerleştirmeden oluşan üç geleneksel çözüm, geçerli olmaya devam etmektedir ama başka yaklaşımlarla da tamamlanmalıdır.

Özel Raportör, büyük kitlesel göçlerin çeşitlilik ve karmaşıklığının altını çizdi. İnsan hakları ihlallerini, büyük kitlesel göçlerin başlıca nedeni olarak tespit etti.

“Gayet açıktır ki tüm insan hakları ihlallerini önleyecek yollar bulunamadığı, dünya kaynaklarının daha eşit paylaşımı, daha fazla hoşgörü, ırk, din, milliyet, belli bir sosyal grup ya da politik görüş gözetmeksizin herkese hak teslim edilmesi, sahip olma ya da alternatif olarak iş, nezih yaşam koşulları ve özgürlük hakkı var olmadığı sürece, dünya, büyük kitlesel göç sorunlarıyla uğraşmaya devam edecektir. Müdahale edilmediği takdirde, bu sorun, dünyadaki huzur ve istikrarı sağlama karşısında artan bir tehdit oluşturacaktır. “[4]

Hükumet Temsilcisi Uzmanlardan oluşan grubun son raporu[5], büyük kitlesel göçlerin karmaşık ve sıklıkla birbiri ile ilgisi olan politik, ekonomik, sosyal ve doğal nedenlerini de vurguladı. Grup, tavsiyeleri aracılığıyla Genel Kurul'a, temel Sözleşme'nin prensiplerini gözeterek, özellikle de tehdit ya da güç kullanımına başvurmadan, uyuşmazlıklarını barışçıl bir şekilde ortaya koyarak, insan haklarını destekleyerek ve kitlesel büyük mülteci akımlarına yol açabilecek durumları yaratmaktan geri durarak, gelecek mülteci akımlarını önlemek için birbirleriyle işbirliği yaparak ve mültecilere ilişkin muameleyi düzenleyen uluslararası yasalara saygı duyarak yeni kitlesel mülteci akımlarını önlemek için Taraf Devletler'e çağrıda bulunmasını önerdi.

Özel Raportör'ün raporunda yer verdiği tavsiyeleri takiben, Genel Sekreterlik, 1987 - 1991 yılları arasında Araştırma ve Bilgi Toplama Ofisi'ni (ORCI) kurdu. Ofis, yeni ve kitlesel mülteci akımlarını önlemek için erkenden alarm veren faaliyetlerin girişimleri, olası yanıtlar için planlar hazırlamanın yanında olası mültecilere, ülkesinden yerinden edilen insanlara ve benzer acil durumdaki kişilere ilişkin etmenleri izlemek için bir odak noktası işlevi gördü. Bu işlevler, şu anda Birleşmiş Milletler Politik İlişkiler Bölümü tarafından yürütülmektedir.

Bu faaliyetler, kitlesel mülteci akımlarını önlemek için uluslararası kamuoyu tarafından değerlendirilen yeni ve kapsamlı yaklaşımların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Önleme, sorunun temel nedenleriyle uğraşmayı gerektirmektedir. Şu anda, iç ve dış çatışmaları, insan hakları ihlalleri ve gelişme ve ekonomik başarı düzeyleri dahil olmak üzere, mültecilerin ana vatanlarının politik ve ekonomik koşullarına giderek daha fazla odaklanılmaktadır. Bu konuların hepsi, birbirleriyle bağlantılıdır. Devletler, insan haklarının birbirine bağlı olduğunu ve yalnızca siyasi ve medeni hakları içermeyip aynı zamanda da ekonomik, sosyal ve kültürel hakları da içerdiğini tekrar tekrar vurgulamıştır. Tüm bu haklara duyulan saygı, insan gelişiminin ve insan onurunun korunmasının elde edilebilmesi için gerekli koşuldur.

Kitlesel büyük göçleri önlemek konusundaki çalışmalarına ek olarak, İnsan Hakları Komisyonu, ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin kötü durumlarını da son yıllarda değerlendirdi. 1992 yılında, Genel Sekreter temsilcisi, ülkesinde yerinden edilmiş kişilere ilişkin insan hakları sorunlarını belirlemek ve uluslararası insan hakları varlığını, insani ve mültecilik yasalarını, standartlarını ve ülkesinde yerinden edilmiş kişilere uygulanabilirliğini değerlendirmek için atandı. Temsilcinin raporu, ertesi yıl, 49. oturumunda Komisyon'a sunuldu[6].

Rapor, bu sorunun insan hakları yönünün, insani, politik ve ekonomik boyutlarıyla kesiştiğini kabul ederek, ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin sorunlarına hitap etmek için uluslararası sistem içerisinde, kapsamlı bir mekanizmanın kurulmasını tavsiye etti. Bu mekanizmanın önemli bir işlevi, yerinden etmenin erken sinyallerini saptayacak bir bakış açısıyla durumları izlemekti. Bu erken uyarı sistemi, yerinden edilen kitlelerin acılarını iyileştirmede ve daha fazla yerinden etmeleri önlemede eşgüdüm sağlama sürecin ilk adımı olabilirdi.

Mülteci Hakları İhlalleri

Uluslararası toplum, insan hakları ihlallerinin, büyük kitlesel göçlerin başlıca nedeni olduğunu artık kabul etmektedir. Sorunu temelinden çözmek için girişimler devam ederken, sığınmacıların ülkelerini terk ettikten sonra karşılaştıkları zorluklara dikkat çekilmektedir. Bu sorunlar, endişe uyandırmaktadır. İlki, sığınmacılara kapıları kapama yönündeki rahatsızlık verici eğilimdir. İkincisi ise sığınma prosedürü sırasında ve mülteci statüsü verildikten sonra devam eden, sığınma talep eden insanların asgari haklarının ihlallerine ilişkindir. Hoşgörüsüzlük, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, gerilimler, ulusal, etnik gerginlik ve çatışmalar, çoğu yerde artmaktadır ve çoğu grubu, özellikle de sığınmacıları ve mültecileri etkilemektedir. Üçüncü sorun, ülkelerindeki insan hakları ihlallerinin devam etmesi ve mültecilerin kendi istekleriyle ülkelerine geri dönmelerinden önce bu ihlallerin belirlenmesi ihtiyacıdır.

Kısıtlayıcı önlemler

Sığınmacılara kapıları kapama yönünde artan bir eğilim mevcuttur. Sığınmacılar, ekonomik göçmenler ve yasa dışı yabancılardan oluşan bir akınla karşı karşıya kalan bazı Hükumetler, topraklarına girişi engelleyen kısıtlayıcı önlemler almaktadırlar. Bu önlemler, bazı ülkelerin vatandaşları için karmaşık ya da yorucu vize koşullarını ve dokümansız yabancıları taşıyan uçaklara kesilen cezaları içerir.

Sığınmacılara Kötü Muamele

Bazı durumlarda, sığınma hakkı arayan insanlara yönelik muamelenin asgari standartlarına uyulmamaktadır. Yetersiz mülteci belirleme prosedürleri ve hava alanı ve sınırlardaki geri çevirme, sığınma hakkı arayan bazı insanlar için büyük problemlere neden olmaktadır. Zaman zaman, geri gönderme, sığınma hakkı arayan insanların hayatlarının, özgürlüklerinin ve güvenliklerinin tehdit altında olabileceği ülkelere zorla geri göndermek gibi insanlık dışı şekiller alır. Sığınma hakkı arayan insanları taşıyan botlar, açlık yüzünden ölmeleri için denize geri gönderilmiş ya da bazı bölgelerde korsanlar ve köpek balıkları için kolay bir yem haline getirilmişlerdir.

Diğer kötü muamele örnekleri, fiziksel saldırıyı, sığınmacıların uzun süre alıkonulmasını, yasal nedenler olmaksızın ve acımasız bir şekilde sorgulama prosedürlerini içerir. Bir Hükumet, mültecilere ve sığınma hakkı arayan insanlara yeterli korunmayı sağlamayarak böylelikle ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gerilimlerinden ötürü onları fiziksel bir tehlikeye maruz bırakabilirler.


Sığınmacıların Haklarının Kısıtlanması

Sığınmacıların sorunları, sonunda sınırı geçtiklerinde ve yukarıda bahsedildiği gibi, sık sık, alıkonulma ve sorgulama dönemlerini içeren sığınma hakkı talep etmenin ilk evresinde sona ermez. Sığınma talepleri işleme alınırken veya mülteci statüleri belirlendikten sonra dahi, çok sayıda kısıtlama ve engelle karşı karşıya gelebilirler.

Bazı durumlarda, mülteciler, kamplara mahkum edilir ve mahkeme ve yasal yardımdan mahrum bırakılırlar. Ek olarak, mülteciler, kendilerini çalışamayan, iş sahibi olamayan ya da toprak satın alamayan durumlarda bulabilirler. Aslında, zorla geri gönderilmedikleri çoğu yerde mülteciler, bulundukları ülkelerdeki alçaltıcı hayat koşullarından ötürü ayrılma mecburiyetini hissedebilirler.

Yaşam, Özgürlük ve Güvenlik Hakları İhlalleri

Bazı yerlerde, mülteciler sürekli olarak saldırılara ve kötü muameleye maruz kalmaktadırlar. Birçoğu, mülteci kampları ve yerleşkelerindeki askeri ya da silahlı saldırılarda hayatlarını kaybetmiştir. Genç erkekler ve küçükler, sık sık silahlı gruplara ya da gerilla çetelerine alınmakta ve sivil savaşlarda yer almaya zorlanmaktadırlar.

Mülteci kamplarına yönelik saldırılar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından sayısız kez kınanmıştır. İnsan Hakları Komisyonu, Lübnan kamplarındaki Filistinli mültecilere yönelik saldırılar ve Tayland-Kamboçya sınırındaki saldırılar gibi özel durumlara da dikkat çekmiştir. Mülteci kadın ve çocuklar, özellikle savunmasız gruplardır. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) mülteci çocuklara uygun korunma ve insani yardım sağlama (madde 22) amacıyla özel bir hüküm koymuştur. Kadınlar dünya mülteci nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturmaktadırlar. Sığındıkları ülkelerde sık sık fiziksel ve cinsel istismara maruz kalmaktadırlar.

Mülteciler ve yabancı düşmanı ya da ırkçı saldırılar

Son yıllarda, mültecilere ve sığınma hakkı talep eden insanlara yönelik şiddetli saldırılarda göze çarpan bir artış mevcuttur. Bugün, benzer korkuların yüksek oranlara ulaştığı bazı ülkelerde mülteciler, sürekli bir fiziksel saldırı korkusu ve yaşam ve güvenliklerine yönelik tehditlerle beraber yaşamaktadırlar.

Yabancılar ve özellikle savunmasız bir grup olarak görülen mülteciler, sık sık ırkçı düşmanlığının ilk hedefi olmaktadırlar. Bazı ülkelerdeki politik tartışmalar, yabancılarla ilgili sorunların hepsini bulanıklaştırma eğilimi göstermektedir. Sığınma hakkı arayan insanlar, mülteciler, ekonomik göçmenler, muhacirler ve mevsimlik işçiler sık sık topluca “yabancılar” olarak tanımlanmaktadırlar.

Sonuçlar üç boyutlu olarak görülebilir. İlki, mültecilerin korunması ve geri göndermeme ilkeleri tekrar tekrar ihlal edilmektedir. İkincisi, mültecilere yönelik olarak gerçekleştirilen şiddet olaylarının sayısı artmıştır. Üçüncüsü, mülteci sorunu, insani değil politik bir sorun olarak görülmeye başlanmış ve göç politikaları ile sığınma politikaları arasındaki sınırlar bulanıklaşmıştır.

İnsan Hakları İhlalleri ve Gönüllü Geri Dönüş

İnsan hakları ve mülteci sorunları arasındaki ilişki, kalıcı çözüm noktasında birleşmektedir. Mültecilerin Statülerine ilişkin Sözleşmenin 1. maddesinin C paragrafı mültecilerin statülerinin sürekli olmadığını hükme bağlamış ve sona erebileceği koşulları saymıştır.

Sürgün, mülteciler için ne sürekli ne de gerçekten insani bir çözümdür. Ülkelerinden ayrılmaya zorlanma olarak sürgün, sadece geçici bir ertelemedir. Bununla birlikte, kendi ülkesine yeniden yerleştirme,, sadece gönüllülük esasına bağlı kalınarak yapıldığında ve mültecilerin insan haklarına saygı duyulduğu durumlarda mümkün ve insanidir.

İnsan hakları ihlalleri ülkelerinde devam ettiği sürece, herhangi bir mültecinin gönüllü olarak dönmeye karar verip vermeyeceği şüphelidir. Dolayısıyla, insan haklarına duyulan saygının iyileştirilmesi, desteklenmesi ve ülkelerindeki silahlı çatışmaların kesilmesi, mültecilerin gönüllü dönüşleri için gerekli koşullardır.


Sonuçlar

Mülteci sorunu, uluslararası kamuoyunu tehdit etmeye devam etmektedir. Mültecileri kabul eden Devletler'in, mültecilerin korunmasına olan bağlılıklarını sürdürmeleri ve çeşitliliğe karşı hoşgörüyü desteklemeleri gerekirken, mülteci göçlerine neden olan Devletler büyük kitlesel göçlere neden olan eylemlerden kaçınmak sorumluluğuna sahiptir.

Aynı zamanda, dünya ülkeleri, yeni mülteci akımlarını en iyi şekilde nasıl önleyecekleri konusunda bir anlaşmaya varmalıdırlar. Bu durumların temel nedenleri, daha ayrıntılı bir şekilde çalışılmalı ve düzeltilmelidir. Yoksulluk, mülteci akımlarının başlıca nedeni ise gelişme desteği ya da teknolojik yardım aracılığıyla bazı çözümler bulunabilir. İnsan hakları ihlalleri, büyük kitlesel göçlerin baş nedeni ise, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları organları tarafından sürekli olarak izleme, ihlallerin uluslararası toplum tarafından kınanması ve özel durumları çalışmak ve tavsiyelerde bulunmak için Özel Raportörlerin atanmasıyla, çözümler sağlanabilir. Silahlı çatışmalar, akımların nedenleri ise, önleyici diplomasi, çatışma önleyici arabulucuk girişimlerinin desteklenmesi ve insancıl hukukun ilkelerine saygı gösterilmesi yoluyla çözümler elde edilebilir.

Bununla beraber, uluslararası toplum, acil durumlarda ihtiyaçları karşılayabilmek üzere daima hazırlıklı olmalıdır. Bu açıdan, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği tarafından oluşturulan erken uyarı sistemi çok büyük bir değer taşıyabilir. Hangi durumların büyük mülteci hareketlerine yol açacağını öngörme konusunda önemli bir rol oynayabilir. Eşgüdümlü ve sistemli yanıt mekanizması, her zaman acil durumlarla başa çıkmanın en etkili yolu olacaktır.

Diğer bir yeni tehdit, sınırlarını geçemeyen ve ölesiye ihtiyaç duydukları korunma ve yardımı alabilecek topraklara ulaşamayan, ülkesinde yerinden edilmiş kişilerden kaynaklanmaktadır. Dünyada, 24 milyondan fazla ülkesinde yerinden edilmiş insanın olduğu tahmin edilmektedir. Bunların çoğunluğunun koşulları, sık sık savaş sınırları içerisinde kalmaya zorlandıkları, iyi beslenemedikleri ve temiz su veya tıbbi araçlara erişim olanaklarına sahip olamadıkları için dayanılmazdır. Ülkesinde yerinden edilmiş insanlar, muhtemelen önümüzdeki yıllarda uluslararası kamuoyu için en büyük tehdidi oluşturacaktır.




  1. Bu gayri resmi çeviri İngilizce orijinalinden İnsan Hakları Ortak Platformu gönüllüsü Muratcan Işıldak tarafından, çevirinin düzeltisi ise Orçun Ulusoy tarafından yapılmıştır.Belgenin orijinali http://www.ohchr.org/Documents/Publications/FactSheet20en.pdf adresinden temin edilebilir.
  2. <sup>Ülkesinden kovulan insanlarla ilgili Genel Sekreterlik Analitik Raporu, belge E CN. 4 1992 23. p</sup>
  3. Belge E CN.4 1503
  4. Ibid, para.9.
  5. Belge A 41 324, ek.
  6. Belge E CN.4 1993 95



Hukuki metinler.jpg
Hukuki Metinler

Ulusal Mevzuat · Uluslararası Sözleşmeler ve ilgili mevzuat · AİHM Kararları · BMMYK Kılavuz İlkeleri · BMMYK EXCOM Kararları · Türkiye İlerleme Raporları · BM İnsan Hakları Kitapçıkları · Geri Kabul Anlaşmaları · TBMM Genel Kurul Tutanakları · TBMM Soru Önergeleri