2009 yılı TBMM Genel Kurul Tutanakları

madde14 sitesinden
Şuraya atla: kullan, ara

TBMM Genel Kurul Tutanakları

2008 yılı TBMM Genel Kurul Tutanakları · 2009 yılı TBMM Genel Kurul Tutanakları · 2010 yılı TBMM Genel Kurul Tutanakları


23. Dönem 3. Yasama Yılı 109. Birleşim 24/Haziran/2009 Çarşamba


Gündem dışı üçüncü söz Dünya Mülteciler Günü münasebetiyle söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak'a aittir.
Sayın Kışanak, buyurun.


(DTP sıralarından alkışlar)


3.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak'ın, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'ne ilişkin gündem dışı konuşması


GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.


Dört gün önce, yani 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'ydü. Anneler Günü, Babalar Günü gibi kutlanacak bir gün değil Mülteciler Günü. İnsanların kendi vatanlarında kimliklerinden, düşüncelerinden ötürü esenlik içinde yaşama imkânları kalmadığından yaşamları pahasına yollara düştükleri, en yakın yerde vatanlarındaki şartlar düzelinceye kadar barınmak, yaşamak, kalmak zorunda oldukları bir dönem mültecilik. Zorunlu göçün dramatik hâllerinden biri. İnsanlık bu sorunu en kapsamlı biçimiyle İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşadı ve 1951 Cenevre Sözleşmesi'yle bu soruna çözüm bulunmaya çalışıldı. 1951 öncesinde gelişen olaylarla kendini sınırlayan Cenevre Sözleşmesi, yerinden edilme sorununun devam etmesi nedeniyle 1967 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokol'le revize edilmek zorunda kalındı. İnsan haklarına ilişkin her uluslararası belge yerinden edilmiş insanların haklarını geliştirmeyi, hükûmetlerin bu alandaki sorumluluklarını geliştirmeyi öngörür. Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin bu alandaki çalışmaları, geliştirilen yeni hukuki araçlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulamaları gelişmeleri desteklemektedir. Bu, insanlık adına umut vericidir.


Mültecilerin tanınması ve sorunlarına çözüm bulunmasına ilişkin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet yürütmektedir. Türkiye de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğiyle iş birliği hâlinde çalışmaktadır.
Türkiye'nin zorunlu göç mağdurlarına karşı sorumluluklarına gelince Türkiye, gerek Cenevre Sözleşmesi'ni gerekse de 1967 protokolünü ilk imzalayan ülkelerden biridir. Ne var ki bu imzalar coğrafi sınır getirilerek atılmıştır.


Türkiye, yalnızca Avrupa Konseyi ülkelerinden gelen başvurulara mülteci statüsü tanımaktadır. Bu sınırlama dönemin iktidarının kaygılarından kaynaklanmıştır ancak bu kaygıların bugün de devam ettiği görülmektedir.


Türkiye etrafının bir şiddet sarmalıyla çevrili olduğu, ekonomisinin zorlanacağı, komşu ülkelerle ilişkilerinin olumsuz etkileneceği gerekçesiyle coğrafi sınırlama yaklaşımından vazgeçmemektedir.


Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Ofisinin kayıtlarına göre Türkiye'de 18 bin mülteci bulunmaktadır. Yaklaşık 18 milyon nüfusu olan komşumuz Suriye'de ise 1 milyon 100 bin mülteci bulunmaktadır.


Mülteciler ve göçmenler için komitenin 2009 yılı raporunda Türkiye dünyanın en kötü devletleri arasında sayılmıştır. Türkiye, Avrupa Konseyi ülkelerinden gelen mültecileri kabul edeceğini beyan etmiştir ancak bu konuda da ikircikli davranmaktadır. Örneğin, Çeçenistan uluslararası mevzuatta Avrupa sınırları içerisindedir. Bu nedenle de Çeçenistan'dan gelen kişilere mülteci statüsü verilmesi gerekir. Oysa, ülkemiz, Türkiye'ye gelen Çeçenlere hukuki anlamda ne olduğu belli olmayan bir misafir tanımlamasıyla geçici ikametgâh izni vermiştir. Çeçenler ülkemizde hiçbir sağlık ve sosyal güvenceye sahip değildirler, bazı derneklerin ve belediyelerin insafına terk edilmişlerdir; can güvenlikleri de yoktur, zaman zaman faili meçhul cinayetlere kurban gittiklerini de görmekteyiz.


Türkiye'nin en dramatik yaşadığı mülteci sorunlarından biri de İran'dan Türkiye'ye gelen Kürt göçmenlerdir. Amerika'nın Irak'ı işgal ettiği yıllarda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Irak Ofisi üçüncü ülkelere mülteci göndermeyi durdurmuştur. Bu nedenle, İran rejim muhaliflerinden oluşan Kürt mülteciler Irak veya İran üzerinden çeşitli yollarda Türkiye'ye gelmiştir.


Türkiye, 7 Kasım 2003 tarihinde İçişleri, Dışişleri Bakanlarının ve Mülteciler Yüksek Komiserliğinin temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlemiş; bu toplantıda 2003 yılına kadar Türkiye'ye gelenlere iyi niyet kapsamında ikametgâh izni verileceğine dair bir karar alınmıştır. Ancak, bu karar doğrultusunda, kimi kaynaklara göre 1.210 Kürt mültecinin iyi niyet göstergesi olarak Van, Hakkâri, Şırnak, Ankara valiliklerinde ikamet izni aldıklarını görüyoruz. Ne yazık ki bu ikamet izni aslında zorunlu bir hapishaneye dönüşmüştür. Türkiye, bu kişilere çalışma izni vermemiş, barınma imkânı sağlamamış, sosyal yardım yapmamış, sağlık güvencesi tanımamış, üçüncü ülkelere de gitmesine izin vermemiştir. Süreç içerisinde, bu kişiler, açlık ve yoksulluk içerisinde ya kendi imkânlarıyla başka ülkelere kaçmanın yollarını aramış, kaçarken de yollarda vurulmuş, yaşamlarını yitirmişlerdir.


(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)


BAŞKAN - Buyurun Sayın Kışanak.


GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Başkan.
Bugün, ülkemizde bu 1.210 İranlı Kürt mülteciden geriye kaç kişinin kaldığını ve diğerlerinin hangi ülkelere gittiğini ve şu anda hayatta olup olmadıklarını dahi bilmiyoruz.


Mültecilerin, sığınmacıların, zorunlu göç mağdurlarının durumlarına ilişkin açık, anlaşılır, uygulanabilir, kapsayıcı ve evrensel değerlerle uyumlu yasal düzenlemeler yapılması bir zorunluluktur. Sığınma talebinde bulunan kişilerin insanlık onuruna yakışır muamele görmelerinin temel koşullarından biri anlayacakları dilde hizmet alabilmeleridir. Bu insanlara Türkiye'deki hakları konusunda bilgi verilmelidir.
Avrupa Birliği uyum süreciyle Türkiye'de sığınma prosedürü de tartışmaya açılmıştır. Ulusal Program'ın 37'nci faslı, yani adalet, özgürlük ve güvenlik faslı mültecilerin durumunu da içermektedir fakat ülkemizde, uygulamada süregeldiği gibi adalet ve özgürlük güvenliğe feda edilmiştir. Türkiye, 2003'ten 2004 Aralık ayına kadar devam eden süreç sonrasında, iltica ve


(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)


BAŞKAN - Buyurun efendim.


GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Başkan.
göç alanındaki Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı'nı hazırlamıştır. Birçok sıkıntıyı, kaygıyı ve yapılması gerekenleri ortaya koyan bu eylem planı, beş yıl sonra söylemden ibaret kalmıştır. Bugün, aradan geçen beş yıla rağmen bu konuda tek bir adım atıldığını dahi görmüyoruz. Şu anda Türkiye'de kaç mülteci var, kaç sığınmacı var, hangi koşullarda, nerede barınıyorlar, bu konuda bile sağlıklı bilgi mevcut değildir. Bu bir insanlık sorunudur. Türkiye'nin de bu konudaki sorumluluklarını üstlenmesi ve insanca bir yaşama katkı sunması gerekiyor.


Hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)


BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kışanak.


23. Dönem 4. Yasama Yılı 29. Birleşim 10/Aralık /2009 Perşembe


Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 19 milletvekilinin, mülteci ve kaçak göçmenler sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/490)


Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına


Ülkemizde 18.000 den fazla kayıtlı mülteci bulunmaktadır. Kayıt altına alınamamış mülteci sayısı ise bilinmemektedir. Sayısı yüzbinlerle ifade edilen mülteci statüsü kazanamamış sığınmacı ya da göçmen ülkemizde bulunmaktadır.


Ülkemizde mevzuattan ve uygulamalardan kaynaklanan sorunlar, ırkı, dini, bir toplumsal gruba aidiyeti ya da siyasal görüşü nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalan sığınmacılara yönelik "insan onuruna yakışır" bir koruma sağlanmasını engellemektedir. Zulme uğradığından dolayı ülkemize sığınan kişinin ülkemiz için yük değil aksine bir onur olduğu unutulmadan mültecilerin sorunlarının acilen ortadan kaldırılması gerekliliği bulunmaktadır.


Bu nedenle ülkemize sığınmak zorunda kalan insanların sorunlarının saptanması ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 03.11.2009


1) Hulusi Güvel (Adana)
2) Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon)
3) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
4) Metin Arifağaoğlu (Artvin)
5) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
6) Gürol Ergin (Muğla)
7) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
8) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
9) Tekin Bingöl (Ankara)
10) Rahmi Güner (Ordu)
11) Fehmi Murat Sönmez (Eskişehir)
12) Fatma Nur Serter (İstanbul)
13) İsa Gök (Mersin)
14) Hüsnü Çöllü (Antalya)
15) Rasim Çakır (Edirne)
16) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
17) Bilgin Paçarız (Edirne)
18) Fevzi Topuz (Muğla)
19) Birgen Keleş (İstanbul)
20) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)



Gerekçe:
Günümüzde çoğu Avrupa ülkesinde sığınma hakkı temel bir hak olarak anayasalarında yer almakla beraber sınır güvenliği, artan göçmen baskısı ve ekonomik sebeplerle mülteci ve göçmen sorununa duyarlılık Avrupa'da azalmakta, bu sorun giderek Türkiye gibi ülkelere kayma eğilimi göstermektedir.


Genel olarak ülkemiz Afrika ve Orta Doğu ülkeleri kaynaklı göçmen hareketlerinde Avrupa ülkelerine geçişte transit ülke olarak kullanılmaktadır. Bu geçiş sürecinde yüzlerce göçmen batan teknelerde veya kamyon kasalarında hayatlarını kaybetmektedir.
Irkı, dini, bir toplumsal gruba aidiyeti ya da siyasal görüşü nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalan insanların, ülkemizde yabancı misafirhanelerinde zaman zaman isyanlara neden olacak denli kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakılmaları mağduriyetlerini artırmaktadır.


Özellikle "yabancı misafirhaneleri"nin fiziki durumları ve mültecilerin alıkonulma koşulları oldukça rahatsız edicidir. Helsinki Yurttaşlar Komitesi'nce 2007 yılında hazırlanan bir raporda 16 yataklık alanda 200 kişilik bir grubun tutulduğu, banyo ve koğuşların kirli ve böceklenmiş olduğu, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu, mültecilerin zaman zaman dayağa varan fiziksel ve sözlü kötü muameleye maruz bırakıldıkları gözlemlerine yer verilmiştir. Yetersiz ve sağlıksız içme suyu, yemeklerin kalori ve besin değerlerinin düşüklüğü, mültecilerin anladıkları dillerde bilgilendirme materyalleri hazırlanmaması, işkenceye uğramış mültecilere yeterli psikolojik destek sağlanmaması aynı raporun içinde yer alan gözlemlerdir.


İnsan Hakları İzleme Örgütü'nce hazırlanan bir başka raporda mülteci statüsünde olmayan kaçak göçmenlerin Türkiye tarafından insanlık dışı ve onur kırıcı koşullarda gözaltında tutulduğu ve kendilerine sığınma başvurusunda bulunabilmeleri için anlamlı koşullar sağlanmadığı belirtilmektedir. Söz konusu rapor mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin alıkonma şartları ve barınma koşulları konusunda pek çoğu haklı olan eleştiriler sunmaktadır.


Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin Yabancılar Misafirhanesi tabir edilen kapatma yerlerindeki alıkonma uygulamasının hukuka aykırılığı, Türkiye'deki yargının sınırdışı ve iltica vakalarındaki etkisizliği ile Türkiye'nin düzensiz göç kontrolü ve iltica alanındaki mevzuat ve uygulamalarının temelden değiştirilmesi gerektiğine işaret etmesi bu konularda ülkemizin içinde bulunduğu durumu sergilemesi açısından önem taşımaktadır.


1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Sözleşmeyi "coğrafi çekinceyle" imzalayan Türkiye'de hâlen bir mülteci yasası bulunmamaktadır. Söz konusu sözleşmede "mülteci" durumunda olup korunma ihtiyacı bulunan yabancılar "Avrupa ülkelerinden gelenler" ve "Avrupa dışından ülkelerden gelenler" olarak ikiye ayrılmaktadır. "Avrupa ülkelerinden gelen" ve mülteci durumunda bulunan kişilere Türkiye'de "iltica" hakkı tanınmakta, "Avrupa dışından ülkelerden gelen" kişiler ise geçici sığınma tabir edilen sınırlı bir korumadan yararlandırılmaktadır.


Ancak mevzuatın uygulanmasında, mevzuattaki kavram kargaşasından ve tanımların yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar yaşanmaktadır. Mülteci, sığınmacı, göçmen tanımları birbirinin yerine ikame edilmekte ve yorumlanmaktadır. Bütün bu koşullar ülkemize göçmen, mülteci veya sığınmacı sıfatıyla gelen insanların aleyhine işleyen bir mekanizmaya neden olmaktadır.


Bu konuda 1983 Mülteci Misafirhanesi Yönetmeliği ve 1994 tarihli Sığınma Yönetmeliği ve bu yönetmelikte 2004 yılında yapılan değişiklik ile 2006 yılında yayımlanan genelge ülkemizin temel mülteci mevzuatını oluşturmaktadır. AB uyum süreci kapsamındaki İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı'nın ise hayata geçirilmesinde sıkıntı yaşanmaktadır.


Türk sığınma sistemine temel oluşturan düzenlemelerin genelgelerle şekillenen ve yönetime geniş takdir yetkisi veren düzenlemeler olması ve uygulamada bu takdir yetkisinin olumlu anlamda yorumlanmamasından kaynaklı sıkıntılar bulunmakta, Türkiye'de sığınma sistemini temel hak ve özgürlükler eksenine taşıyacak genel bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır.